Geçen son bir yılın tüm sektörlerde, özellikle de moda sektöründe neleri evrimleştirdiğini görmek mümkündü fakat sürdürülebilirlik kavramı markalar için hem dillerinden düşmeyen hem de zorlu bir mücadele kavramı olarak hayatını devam ettiriyor.
Pandeminin hayatımızda bir felaket olarak yer almaya devam ettiği bu dönemde, çoğu marka çevresel olarak da geliyorum diyen felaketi güçlü bir şekilde karşılama gücüne sahip olmadığı için geri dönüşüm, insan hakları, üretimde yer alan çalışanların hakları, üretimdeki emisyon salınımı gibi sürdürülebilirliği besleyen konulara odaklanıp strateji geliştirme peşindeler.
Bir çabanın mevcut olduğu gerçek. Dünyanın ve tüketicinin gittiği yöne bakılırsa da zaten bu çaba markaların ayakta kalabilmeleri için şart. Fakat tüm bunlara rağmen sürdürülebilirlik kavramını sektörde daha da büyüyebilmek adına bir strateji gibi kullanmaya çalışan markaların olması, sektöre olan güveni sorgulatıyor. Bu yüzden de 2021 yılı önemli bir kırılma noktası görevi görecek gibi gözüküyor, çünkü artık moda kendini somut adımlarla kanıtlamak zorunda.
Geri Dönüşüm ve Stok Fazlasının Değerlendirilmesi
Firmalar yıllardır atık miktarını azaltmak, fazla stokları daha uzun askıda tutabilmek ve üretim sirkülasyonunu daha uzun vadelere yayabilmek adına tartışıyorlar fakat sektörün gereğinden fazla üretimlerine ve fazla stokları yönetebilmek için farklı finansal yollar aramalarına asıl itici güç pandemi oldu.
Son dönemde büyüyen ikinci el satış marketi bu süreçle beraber lüks markaların da dikkatini çekti. LVMH grubu gibi gruplar bu marketin marka değerlerini ne anlamda etkileyeceğine odaklanmak durumunda kaldılar.
Gucci ise tüm lüks markaların yıllardır kaçındığı bu pazara el attı ve ikinci el marketin önemli bir tedarikçi sitesi the RealReal ile online bir mağaza açtı. Levi’s ve COS da kendi ikinci el ve outlet seçeneklerini tüketiciye sundular. Bu tüketicinin bilinçlenen bakış açısına ve farkındalığına ve hızla tükettiğimiz dünyanın korunması adına markaların ciddi anlamda yatırım yaparak var olabileceklerini fark etmeye başladıkları anlamına geliyor.
Doğayı korumak, dünyanın ömrünü uzatabilmek ne kadar önemliyse insan haklarının korunması ve moda sektöründe çalışanların talep ettikleri haklarının verilmesi de bir o kadar önemli. Çünkü günün sonunda insan da doğanın bir parçası.
İngiltere’den, Bangladeş’e, Pakistan’dan Çin’e, tekstil ve moda sektöründe işçi haklarının ihlali hem tüketicilerin hem ticaret figürlerinin hem de karar verici mercilerin merceği altında. Son birkaç yıldır hem insan hakları savunucuları hem de işçi sendikaları ve avukatları uzun süredir devam eden bu büyük sorunun peşine düşmüş durumdalar. Talepleri ise bu çalışanların ödemelerinin yapılması ve çalıştıkları ortamın insani standartlara çıkarılması.
Ana problem ise tüm bunların takibinin çok zor olması. Farklı ülkelerde yer alan bu üretim yerlerinde tam olarak nasıl bir sistem işliyor, ürünlerimiz nereden geliyor ve iyileştirme yapıldığı iddia edilen yerler de bunlar gerçekten yapılıyor mu yoksa reklam çalışması mı tespiti mümkün değil. Fakat tüketicinin farkındalığı ile bilginin daha hızlı yayıldığı bu dönemde her an firmalar yasal olarak aykırı her eylem karşısında daha temkinli davranmaya çalışıyorlar. Çünkü artık tercihler sürdürülebilirlik ve sosyal adaletin kendine alan bulabildiği eşitlikçi, çevreci ve yenilikçi markalarda. Dünyamızı iyileştirebilmek ve bir nebze yavaşlayabilmek hem sektörün hem de tüketicinin ana ihtiyacına dönüşmüş durumda.
Önümüzdeki 12 ay ise yeni mücadeleler sunarak sektörün yıllardır atamadığı adımı beklenmeyen alternatifler ortaya çıkararak atmasını sağlayacak gibi. Hem çevresel ve sosyal sorunların arttırdığı hem de pandemi ortasında bunlarla mücadele etmeye çalıştığımız bir dönemde 2021’in tüm bunların hepsine daha fazla ışık tutacağı kesin.